Öz: Bu makale Neolitik
döneme ait ve Anadolu’da inşa edilen ilk tapınak olma özelliğine sahip Göbeklitepe’yi
ele almaktadır. Arkeologlara göre burası insanlığın en eski tapınaklarından
biridir. Göbeklitepe, yerleşik hayattan ve tarımsal üretimden yoksun olan avcı-toplayıcı
toplulukların dinsel inanışları hakkında çok önemli bilgiler sunar. Bu tapınak, arkaik insanların dinden ve inançtan yoksun
ilkel bir hayat sürmediklerini, aksine bir inanca sahip olduklarını, inançlarını
yaşamak için tapınak inşa ettiklerini ve zengin bir dinî sembol kullandıklarını
göstermektedir. Göbeklitepe, insanların
yerleşik hayata geçip kendisi için konut yapmadan, hayvanları evcilleştirmeden
ve tarımsal üretime başlamadan önce dinî ihtiyaçlarını karşılamak için tapınak
yaptığının bir göstergesidir.
Özet: Bu makale Neolitik döneme ait
ve Anadolu’da inşa edilen ilk tapınak olma özelliğine sahip Göbeklitepe’yi ele
almaktadır. Şanlıurfa
yakınlarında 1995 yılında başlatılan arkeolojik kazılar, insanlık tarihine
bakış açımızı değiştirmiş ve geçmiş hakkında sahip olduğumuz bilgilerin
doğruluğunu test etme imkânı sunmuştur. Göbeklitepe, arkaik insanın inanç ve
düşünce dünyası hakkındaki bilgilerimizin gerçeği yansıtmadığını göstermiştir.
Yaşamını avcı-toplayıcı olarak sağlamaya çalışan, din ve soyut düşünceden
yoksun olduğu düşünülen, çanak-çömlek yapmasını bile bilmeyen, tarımı ve
yerleşik hayatı keşfetmemiş insanların yoğun ve zengin bir sembolik anlatıma
sahip tapınaklar yapması, bilim adamlarını derinden etkilemiştir.
Toplamda
20 adet olan ve çapı 10 -30 metre arasında değişen dairesel yapılardan oluşan
Göbeklitepe tapınaklarının en ilgi çekici unsuru, T biçiminde olan ve üzerinde soyut sembol ve
hayvan kabartmalarını bulunduran dikili taşlardır. Dairesel yapının merkezinde
iki adet ve çevresinde 10 ile 12 adet arasında T biçiminde yaklaşık 200 tane
dikili taş bulunmaktadır. Bu T biçimindeki dikili taşlar üzerinde kapsamlı bir
inceleme yapıldığında ve kadim Anadolu ve Mezopotamya uygarlıklarının dinsel
inanışları ve tapınak kültü göz önünde bulundurulduğunda, bu dikili taşların
tanrıları sembolize ettiği anlaşılmaktadır. Göbeklitepe, çocukları veya daha
küçük dereceli tanrılar tarafından çevrelenen ve bu tanrıların oluşturduğu
çemberin merkezinde yer alan tanrı ve tanrıça çiftinin oluşturduğu tanrılar
panteonunun kutsal alanıdır.
Göbeklitepe
bir tapınak olmanın ötesinde karanlıkta kalmış bir inanç sisteminin en önemli
temsilcisi olarak karşımızda durmaktadır. Yazılı kaynakların bulunmadığı ve
sınırlı arkeolojik verilerin elde edilebildiği Neolitik Dönemin erken evresine
ait olan Göbeklitepe, bu dönemde yaşamış arkaik insanın inanç ve düşünce
dünyasını bize göstermektedir. Bu megalitik yapının yapısal ve biçimsel özellikleri,
arkaik insanın sanıldığı gibi ilkel olmadığını kanıtlamaktadır.
Göbeklitepe,
dinin doğuşu ve gelişimi konusunda çok önemli bilgiler sunmaktadır. Özellikle
evrimci ve pozitivist bakış açılarıyla oluşturulmuş ve dinin büyü, ruh, korku,
atalara tapma gibi basit ve asılsız yapılardan doğup zamanla karmaşık ve
kurumsal inançlar biçimine dönüştüğünü öne süren teorilerin gerçeği
yansıtmadığını göstermiştir. Araştırmacılar, avcı-toplayıcı toplulukların
yerleşik hayata ve tarımsal üretime geçtikten sonra toplumsal yaşamla birlikte
bazı sorunlarla karşılaştıklarını ve bu sorunlara çözüm arayışının dinlerin
doğuşunu hazırladığını düşünüyorlardı. Diğer bir ifade
ile kurumsal dinler, karmaşık toplumsal yaşamın bir ürünü ve sonucu olarak
görülüyordu. Fakat Göbeklitepe dinsel inanışların düşünülenden çok daha eski
dönemlerde, kurumsal olarak ve basit olmayan formlarda bulunduğunu
göstermiştir.
Göbeklitepe’nin, bilinen en eski ve
ilk tapınak yapısı olduğu iddia edilmektedir. Kendisinden önce bilinen antik
tapınaklardan en az 5000 yıl eski olan bu megalitik yapı, uygarlığın
gelişiminde dinsel inanışların ne kadar etkili ve önemli olduğunu açık bir
şekilde göstermektedir. Uzun
yıllar kazı başkanlığını yapmış olan arkeolog Klaus Schmidt, Göbeklitepe’nin
ortaya çıkmasıyla birlikte “..önce
tapınak kuruldu sonra şehir.” sözleriyle,
insanoğlunun genlerinde bulunan inanma ihtiyacının ne kadar öncelikli olduğunu
ifade etmiştir. Göbeklitepe insanoğlunun konut, tarım ve çanak çömlek gibi
temel ihtiyaçlardan önce görkemli ve karmaşık tapınaklar yaptığını ve bunun
arkaik insan topluluklarının güçlü inanç duygusundan kaynaklandığını
göstermiştir. İnsanın genlerinde
bulunan inanma ihtiyacı insana her şeyden önce tapınak yapmayı ilham etmiştir.
Göbeklitepe
ile temsil edilen inanç sistemi ve düşünce dünyasının ne kadar zengin ve etkili
olduğunu, aynı bölgede en az 5000 yıl sonra ortaya çıkan Anadolu ve Mezopotamya
uygarlıkları üzerindeki etkisinden anlayabiliriz. Bu uygarlıkların tapınak
yapıları ve dinsel inanışları, bu megalitik yapı ile dikkate değer bir biçimde
uyuşmaktadır. Bu uygarlıkların karanlıkta kalmış yönlerini ortaya çıkarmada,
Göbeklitepe kaçırılmayacak bir fırsat sunmaktadır.
Bu
megalitik yapı ortaya çıktığında büyük ses getirmiş ve bilim insanlarının
ilgisini çekmiştir. Hakkında yazılı ve görsel basında çok sayıda haberin
çıktığı bu tapınak kompleksinin, Aden bahçesi, Babil Asma Bahçelerinin
kalıntısı, Şaman tapınağı ve uzaylıların merkezi olduğu iddiaları ortaya
atılmıştır. Göbeklitepe üzerinde yapılan arkeolojik kazıların ilerlemesi ve
onun hakkında daha fazla bilgiye ulaşılması, onun bir ritüel merkezi olarak
tapınak olduğunu göstermiştir. Göbeklitepe’nin yapısal ve biçimsel özellikleri,
bu yapının her şeyden önce bir tapınak olduğunu göstermiştir. Gerek dikili
taşlardan oluşan dairesel yapıları ve gerekse yerleşim yerlerinden uzak yüksek
bir tepede bulunması bu düşünceyi güçlendirmektedir. Göbeklitepe’yi
avcı-toplayıcı toplulukların ibadet ettikleri, tanrılara kurbanlar sundukları,
yılın belirli dönemlerinde dinî festival ve şölenler gerçekleştirdikleri,
tanrıların yaşadığı kutsal mekânlar olarak gördükleri ve kutsalı tecrübe
ettikleri bir tapınak olarak düşünmek daha doğru bir yaklaşımdır.
Göbeklitepe’nin,
tarih boyunca inanç merkezi olarak kalmış ve peygamberler şehri olarak bilinen
Şanlıurfa’da ortaya çıkması ülkemiz için önemli bir ekonomik ve kültürel fırsat
oluşturmuştur. Anadolu’nun ne kadar kadim ve zengin bir kültürel dokuya sahip
olduğunu kanıtlayan bu megalitik yapı, ortaya çıktığı günden beri birçok yerli
ve yabancı araştırmacının akınına uğramıştır. Bilimsel literatürün en eski ve
ilk tapınağı olan Göbeklitepe, arkaik insanın günümüz insanına miras olarak
bıraktığı ve insanlığın ilk dönem sırlarını taşıyan gizemli bir tapınak
kompleksidir.
Abstract: This article examines Gobeklitepe, the first temple built in Minor Asia,
dating back to Neolithic Period. This temple is one of the oldest temples of
mankind, according to the archaeologists. Gobeklitepe provides us with crucial
information about the religious beliefs of hunter-gatherers - lacking urban
life and agricultural production. This temple shows us that archaic people did
not lead a life away from religion and beliefs, instead it proved that they had
beliefs and constructed temples to observe their beliefs and employed rich
religious symbols. Gobeklitepe is a sign that people started to build a temple
first to meet their religious needs, even before adapting a settled life,
constructing houses, domesticating animals, and starting agricultural production. This article deals with Gobeklitepe,
the first temple built in Minor Asia, dating back to Neolithic Period. The
archaeological excavations, commenced in 1995 near Sanliurfa, have changed the
way we view history, offering us to validate the information we have about
history. Gobeklitepe showed that the information we have about the beliefs and
views of archaic people does not reflect the realities. People, thought to have
led their lives as hunter-gatherers, lacking religious and abstract thinking,
even not knowing how to make pottery, not having discovered agriculture and
settled life, have profoundly affected scientists with their ability to build
sophisticated and symbolically rich temples.
Summary: The
most interesting components of Gobeklitepe temples, which are the twenty
circular structures in total with the span of 10 to 30 meters, are the T-shaped
stone pillars with embossed abstract symbols and animals’ pictures. In the centre of the circular structure are
two pillars encircled by ten to twelve T-shaped pillars, making up to about two
hundred in total. When these T-shaped
pillars are analysed in detail, and when the religious beliefs and temple cults
of the ancient Minor Asian and Mesopotamian civilizations are studied, we can
see that these pillars symbolize gods. Gobeklitepe, encircled by the children
and smaller gods, centred by a couple gods – god and goddess – is the sacred
place for gods’ pantheon.
Gobeklitepe,
as well as being a temple, stands as the most important representative of a
belief system waiting in the darkness. Gobeklitepe, dating back to the early
days of Neolithic Period, when no written resources existed and limited
archaeological data survived, shows us the world of belief and thoughts of
archaic people from that period. The
structural features and forms of this megalithic construction prove that
archaic people were not that primitive, as commonly supposed.
Gobeklitepe
presents us very important information about the birth and progress of
religion. It shows that the theories - based upon evolutionist and positivist
views claiming that religions originated from simple and groundless ideas like
wizardry, soul, fear and ancestor worshipping, and then were transformed into
complicated and organised belief systems – do not reflect the truth.
Researchers thought that religions were born as a result of the quest for the
solution to the problems in the new societies - raised by the transition from
hunter-gatherer societies to the settled life and agricultural production. In
other words, organised religions were viewed as the product of and consequence
of complex social life. However, Gobeklitepe showed that religious beliefs
could be traced back to former periods, and they could be more advanced and
organised as well despite the common belief.
Gobeklitepe
is claimed to be the oldest and first temple yet known. This megalithic
structure, at least 5000 years older than known ancient temples, clearly
indicates how significant and influential religious beliefs could be in the
development of civilizations. Klaus Schmidt, leading the excavation for many
tears, stated that human’s need to believe is highly important and also
prioritized in their genes, by uttering these words, “… first temple was built, and then the city.” Gobeklitepe also
indicated that human constructed impressive and complex buildings before their
basic needs such as housing, agriculture and pottery, showing that these were
induced by the strong sense of belief amidst archaic human communities. The
need to worship engraved in human genes inspired man to build temples in the
first place.
We
can see how rich and effective religious systems and realm of ideas represented
in Gobeklitepe were, and thus influenced the Minor Asian and Mesopotamian
civilizations which emerged in the same region at least 5000 years later. The
structures of temples and religious ideas of latter peoples coincide with this
megalithic structure. When shedding light to the less known parts of these
civilisations, Gobeklitepe offers an unrivalled opportunity to the researchers.
When
this megalithic structure was unearthed, it resounded well and drew the
scholars’ attention. This temple complex, about which much is said in visual
and printed media, has been claimed to be the Gardens of Eden, the Hanging
Gardens of Babylon, a Shaman temple, or even the centre of aliens. As more information about Gobeklitepe was
revealed in parallel to the archaeological excavations, it was shown that this
place is a temple for rituals. The structural formation of Gobeklitepe showed
in the first place that this place is definitely a temple. Not only its pillars
in circular form but also its strategic location on a top hill away from the
residential areas strengthened this idea. It will be more likely approach to
state that Gobeklitepe is to be regarded as a sacred place where the
hunter-gatherer communities worshipped, sacrificed animals for their gods,
observed religious festivals and feasts at certain times of a year, and where
these people experienced sacredness in a place in which gods resided.
It
is a great cultural and economic opportunity for our country that Gobeklitepe
has always served a centre for beliefs throughout history and emerged in Urfa,
formerly Edassa, known as the city of prophets.
This megalithic construction, proving the cultural wealth and ancient
mosaic of Anatolia, has been visited by many local and international
researchers and scholars since it was unearthed. The first and the oldest
temple in the scientific literature, Gobeklitepe is a temple complex inherited
by the archaic communities to the contemporaries with mysteries going back to
the dawn of man.
Subjects | Religious Studies |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 15, 2017 |
Submission Date | August 16, 2017 |
Published in Issue | Year 2017 Volume: 21 Issue: 2 |
Cumhuriyet Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).