Ḳuteybe b. Müslim el-Bâhilî (ö. 96/715), Emevîler döneminin önde gelen asker-bürokratlarındandır. O, Ḫorasân valiliği boyunca Ṭoḫâristân ve Mâverâünnehir topraklarındaki Emevî hâkimiyetini sağlamlaştırmış, Kaşgar’ı da alarak devletin sınırlarını Çin’e kadar genişletmiştir. Fethettiği topraklarda yürüttüğü İslâmlaştırma faaliyetleri ise büyük önem arz eder. Çünkü Türklerin İslâm dini ile yoğun ilişkileri onun dönemine rastlamaktadır. Denilebilir ki Ḳuteybe, Türklerin İslâmiyet’i yakından tanıyıp müslüman olmalarında önemli bir paya sahiptir. Hatta Çin imparatoruna bir davet heyeti gönderdiği de bilinir. Ancak bütün bu başarılarına rağmen Ḳuteybe hakkında ülkemizde yapılan akademik çalışmaların bir elin parmağını geçmediği görülür. Son dönemlerde yapılan bazı çalışmalarda ise onun askeri faaliyetleri esnasında çeşitli katliamlar gerçekleştirdiği, halka zulmettiği, şehirleri yakıp-yıktığı, sahtekâr, hilekâr ve güvenilmez bir kişi olduğu yönünde iddialar ön plandadır. Çalışmada temel kaynaklar esas alınarak, yöneltilen ithamların haklılık payının olup-olmadığı araştırılacaktır. Aslında her alanda olduğu gibi bu hususta da yapıcı tenkitlerin konunun aydınlatılıp anlaşılmasında olumlu katkı sağlaması beklenir. Fakat birtakım mülahazalarla Ḳuteybe üzerinden Emevîler dönemi fetih hareketlerinin manipüle edilmek istenmiş olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır.Özet: İslâm’ın ortaya çıkmasıyla Arap Yarımadası’nda meydan gelen dinî etkileşim ve değişim, Hz. Peygamber ve Hulefâ-yı Râşidîn dönemlerinde gerçekleştirilen siyasi, askeri ve kültürel faaliyetlerle kadim medeniyetlerin bulunduğu Irak, Suriye, Mısır ve Horasan topraklarını da etkisi altına almıştır.
Müslüman-Arapların kısa sürede böylesi bir başarıya ulaşmaları elbette dünya tarihinin önemli hadiselerinden birisi olarak kabul edilmektedir. İslâm mesajı onların üstün gayretleri sonucu hızla yayılmış, erken dönemde İranlılar ile Türkler (İran ile Turan) arasında doğal sınır kabul edilen Amu-Deryâ/Ceyḥûn Nehri’ne kadar ulaşmıştır.
Sâsânî devletinin tarih sahnesinden çekilmesiyle yüzyıllardır bölge hâkimiyeti için mücadele veren Türklerin eline önemli bir fırsat geçmesine rağmen siyasî birlikten, dolayısıyla da güçlü bir devletten yoksun olan Türk unsur bu fırsatı değerlendirememiş, mahallî Türk hükümdarlarının ise bunu gerçekleştirmeye güçleri yetmemiştir. Tarih sahnesine geç dönemde çıkan fakat bölgesel ve küresel bir güç olma ideali taşıyan Müslüman-Araplar ise tam da bu konjonktürde İslâm tarihi kaynaklarının “fetih” adını verdiği siyasî ve askerî faaliyetlerini süratle gerçekleştirmişlerdir.
Halife Osman dönemine gelindiğinde şartların, Türk unsurun yoğun olarak yaşadığı Ceyḥûn Nehri’nin doğusuna geçmek için son derece elverişli olduğu görülür. O dönemde bölgede güçlü bir Türk devletinin bulunmayışı ve kendi iç problemlerinin Çin’i fazlasıyla meşgul etmesi Müslüman-Arapların bölgeyi ele geçirmelerinde önemli katkı sunmuştur. Arap kaynaklarında “Mâverâünnehir” olarak isimlendirilen bu coğrafyada Türklerin siyasi varlıklarını şehir devletleri ve mahalli hükümdarlıklar şeklinde sürdürdükleri görülür. Bölgenin kuzey-doğusuna düşen topraklarda ise güçlü bir Türk devleti olan ve zaman zaman Emevîlere karşı ayaklanan bölge halkına siyasî-askerî destek veren Türgiş Devleti bulunmaktaydı.
Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân kendi iç problemlerini büyük ölçüde çözüme kavuşturduktan ve tehlikeli isyanları bastırdıktan sonra dışa yönelik askeri faaliyetlere girişebilmiştir. Ancak asıl fetihlerin yapıldığı dönem oğlu Velid dönemidir (86/705-96/715). Onun zamanında yapılan fetihlerin kalıcı olduğu, fetih topraklarında yaşayan milletlerin ise büyük oranda İslâmiyet’i benimsediği görülür.
Kaşgar’dan Pirenelere kadar uzanan Velid dönemi fetihleri gerçekten baş döndürücü bir hızda gerçekleşmiştir. Fetihlerin doğu ayağı ile ilgili en önemli isim ise kuşkusuz Ḥaccâc b. Yûsuf es-Sekafî’dir. Yaklaşık yirmi yıl boyunca Irak genel valiliği vazifesini yürüten Ḥaccâc b. Yûsuf (75/694-95/714) atadığı valiler sayesinde ülkenin doğusuna düşen Mâverâünnehir ve Sind bölgelerinde önemli başarılar elde etmiştir. O, doğudaki hedeflerine ulaşmak için 75/694 ila 86/705 tarihleri arasında Horasan’a birçok vali atadıysa da bu valiler ülke genelinde ve bölgede var olan siyasî, sosyal ve iktisadî problemler ve buna bağlı ortaya çıkan isyanlar sebebiyle bekleneni verememişlerdi.
Bu olumsuz tablonun Ḥaccâc’ın kendi yetiştirdiği genç komutan ve idarecilerden Ḳuteybe b. Müslim’i Horasan valisi olarak atamasına kadar sürdüğü görülür (86/705-96/715). Ḥaccâc ile yakın ilişkisi olan ve önemli kararlarını alırken mutlaka ona danıştığı bilinen Ḳuteybe görev süresi boyunca bu doğrultuda hareket etmiştir.
Ḳuteybe’nin Horasan’a vali olarak atandığı dönemde bölgedeki iç karışıklıkların devam ettiği bilinmektedir.
Ancak o, bölgede yaşayan kuzeyli ve güneyli Arap kabileleri dinî, siyasî ve iktisadî telkinlerle bir araya getirmiş ve onları Ceyḥûn’un ötesine düzenlemeyi düşündüğü askeri faaliyetler için ikna etmeyi başarmıştır. Ceyḥûn’un batısı ile doğusundaki mahalli hükümdarların daha önce yaptıkları anlaşmaları defalarca ihlal etmiş olmaları Emevîler açısından bu askeri operasyonları meşru kılmıştır. Bu toprakların sahibi olan ve yüzyıllardır mümbit Ceyḥûn havzasının iki yakasında yaşayan Türk, İran, Tacik kökenli unsurun anlaşmaları ihlal etme eğilimi aslında önemli bir endişeden kaynaklanıyordu. Onlar sistemli bir iskân politikası güden Müslüman-Arapların bu kez bir daha çıkmamak üzere topraklarına geldiklerini artık idrak etmişlerdi. Yine herhangi bir din, dünya görüşü, varlık tasavvuru ve medeniyet kayması yaşamamak için Ḳuteybe’ye direndikleri, kendilerine makul ve adaletli davransa da defalarca anlaşmaları bozdukları ve askeri ittifaklar kurarak onun üzerine yürüdükleri kaynaklarda geçmektedir.
Ortaya çıkan bu olumsuz tabloda İslâm dinini ve Emevî siyasî iradesini bölgede kalıcı kılmak için elinden geleni yaptığı anlaşılan Ḳuteybe, yakın dönemde bazı araştırmacılar tarafından çokça eleştirilmiştir. Eleştiriler; halka zulmettiği, katliam yaptığı, sözünde durmadığı, vefasız olduğu noktasında yoğunlaşır. Günümüzden bakıldığında da gerçekten anlaşmaları ihlal ederek isyan çıkaran hükümdarları ve aleyhine silahlı mücadele içerisine girenleri cezalandırırken bazen aşırıya kaçmış olabileceği düşünülebilir. Ancak dönemin diğer hadiseleriyle kıyaslandığında Emevîlerin kendi iç problemlerinde asla göstermedikleri müsamahayı, merkezden uzak bu ve benzeri bölgelerde gösterdikleri rahatlıkla söylenebilir. Onun daha çok anlaşmaları bozan, dış güçlerden yardım isteyen, aleyhine ittifaklar kuran ve vergi vermekten imtina edenlerle mücadele ettiği bir gerçektir. Bunu yaparken de masum sivil halka yönelik katliam kavramını tam olarak karşılayacak bir davranış içerisine girdiğini söylemek kaynaklara göre mümkün gözükmemektedir.
Tam aksine Ḳuteybe’nin idarî ve askerî işlerde bölge halkına şans tanıdığı bilinmektedir. Nitekim o, Buḫârâ şehrini, bizzat atayıp desteklediği bir Türk hükümdarla yıllarca yönetmiş, Buḫârâ, Baykend, Şâş ve Semerkand halklarından oluşan yirmi bin kişilik kozmopolit bir askeri birliğe ordusunda yer vermiş ve bunlara düzenli olarak maaş ödemiştir.
Halk arasında “İmam Şeyh Ḳuteybe Mezarı” olarak bilinen kabrinin daha sonra türbeye dönüştürülmesi ve aradan geçen uzun asırlara rağmen günümüzde dahi ziyaret edilmesi onun bölge halkı tarafından sevildiğini ve dini idealleri uğruna topraklarını fetheden bir asker-bürokrat olarak değerlendirdiğini gösterir.
Qutayba ibn Muslim al-Bāhilī is one of the leading soldier-bureaucrats of the Umayyads period. During the time he served as the governor of Khurāsān, he consolidated the Umayyad’s rule in Tokharistan and Transoxiana provinces, and expanded the borders of the state to China by conquering the Kashgar region. His activities for conversion of the people of the conquered regions have great importance in the history of Islam since the intense relations of the Turkish people with Islam fell upon the time of his governorship. It is possible to argue that by introducing the religion to these people Qutayba had played an important role in their conversion to Islam. It is also known that he had sent a delegation to the emperor of China for the same purpose. However, despite all his achievements, it is seen that the academic studies about Qutayba in our country are very rare. Besides, some of the recent studies about him claim that he was a fraud, a trickster, and an untrustworthy person in his military activities; and had committed mass murders and massacres, persecuted innocent people, destroyed and burned the cities of conquered lands. In this article, it is examined that whether these claims and accusations have their justifications or not by consulting the main sources. In fact, what is expected from constructive criticism in this subject and every other area is to clarify the matter and make it more comprehensible of its context. However, it should not be forgotten that some conclusions over Qutayba in these studies might have been drawn to quickly in order to manipulate the conquest movements of the Umayyad period.Summary: The religious interaction and change taken place in the Arabian Peninsula with the emergence of Islam and with the political, military and cultural activities of the Muslims performed during the periods of Prophet Muhammad and the Rāshidūn (rightly guided) Caliphs had significant effects upon the lands of Iraq, Syria, Egypt and Khurāsān where the ancient civilizations located.
The success made by the Muslim-Arabs in such a short time is accepted of course as one of the important events of world history. The message of Islam spread rapidly with their extraordinary efforts, and reached quickly in the early days of Islam to the Amu Darya/Oxus River, which is considered to be the natural border between the Iranians and the Turks (Iran and Turan).
Although the Turks who had been struggling to dominate the region for centuries gained an opportunity with the disappearance of the Sasanian Empire from history, they could not take advantage of this new situation because of their lack of political unity and a strong state, and the power held by the regional Turkish Sultans were not enough to make their dominance happen. In this conjuncture, the Muslim-Arabs who appeared in the stage of history in a relatively late period but had the ideal of being a regional and a global power had rapidly realised their political and military activities called “conquest” in the Islamic historical sources.
When it comes to the period of Caliph ʿUthmān, it is seen that the conditions were very suitable for passing to the east of the Oxus River where the Turkish elements lived intensively. At the time, the absence of a strong Turkish state in the region, and China’s occupation with its own internal problems made an important contribution for the Muslim-Arab capture of the region. In this region, which is called as “Transoxiana” in the Arabic sources, it is seen that the Turks organized their political structures as city-states and regional sultanates. In the north-eastern parts of this region, there was a strong Turkish State called the Turgish State and it provided political and military support to the people of the region who rebelled occasionally the Umayyads.
After solving the internal problems of the state largely and suppressing some dangerous revolts, the Umayyad Caliph ʿAbd al-Malik ibn Marwān became capable of initiating military activities beyond the borders of the state. Nevertheless, the period when the actual conquests were made was the period of his son Walīd (86/705-96/715). It is seen that the conquests made in his time were permanent, and the people who lived in the conquered lands accepted Islam to a large extent.
The conquest made during Walīd’s time which extended from Kashgar to the Pyrenees, realised at an unprecedented pace. The most important name for the eastern side of the conquests is undoubtedly Al-Ḥajjāj ibn Yūsuf. Ḥajjāj (75/694-95/714) who acted as the supreme governor of Iraq for nearly twenty years, had achieved important successes in the regions of Transoxiana and Sindh located in the eastern part of the country by the hands of his appointed governors. However, many governors appointed by him to Khurāsān from 75/694 to 86/705 with the hope of reaching his goals in the east could not meet his expectations because of the political, social and economic problems that existed throughout the country, and because of the resulting rebellions in the regions that these problems caused.
These unwanted conditions continued to be seen in the region until he appointed Qutayba ibn Muslim as the governor of Khurāsān (86 / 705-96 / 715) who was one of the young commanders and administrators educated by Ḥajjāj personally. Qutayba known as having a close relationship with Ḥajjāj and consulting him when taking important decisions acted in this direction throughout the time he stayed in this position.
It is known that the internal conflicts in the region continued during the time when Qutayba was appointed as the governor of Khurāsān. However, he had brought together northern and southern Arabian tribes living in the region with religious, political and economical suggestions and had succeeded in persuading them for military activities that he decided to operate beyond the Oxus. For the Umayyads, these military operations were justified, because the regional sultans who ruled in the western and eastern sides of the Oxus repeatedly violated the agreements they had made before. The tendency of the people of Turkic, Iranian, and Tajik origin who were the real owner of these lands and lived in both sides of the rich Oxus basin for many centuries to violate these agreements was in fact result of a great concern. They now realized that the Muslim-Arabs who followed a systematic settlement policy in the region came to their lands this time without any intention of going back. Even though Qutayba followed a fair and reasonable policy towards them, they violated their agreements with him, formed alliances among themselves and waged military campaigns against Qutayba not to be the subjects of any change in their religion, worldview, and perception of existence.
Qutayba, who is believed to have spent his its utmost efforts to make the religion of Islam and the Umayyad political cause permanent in the region under these unfavourable conditions, has been recently criticized by some researchers. The criticisms intensify around the claims that he persecuted people, committed massacres, and behaved unfaithfully by breaking his promises that he made with people. From the perspective of our own times, it is possible to think that sometimes he had taken extreme measures in punishing the sultans and the persons who raised armed struggles against him and caused riots by violating the agreements. However, when the period is compared with the others, it can be easily said that the Umayyads showed in these and other remote areas a considerable amount of tolerance that they had never shown it in their internal conflicts. It is a known fact that he generally clashed with the ones who disrupted agreements, sought help from external forces, established alliances against them, and refused to pay taxes. Based on historical sources, it does not seem to be possible to say that while doing these activities in the region, Qutabya did not behave entirely in a way that his behaviour could be classified as massacres committed against innocent civilians.
On the contrary, it is known that Qutayba had given many chances to the people of the region in administrative and military affairs. As a matter of fact, he ruled the city of Bukhara for 20 years with a Turkish ruler whom he appointed and supported, and he included in his army a union of twenty thousand cosmopolitan soldiers assembled from the people of Bukhara, Baykend, Chach and Samarkand and paid a regular salary to them.
The fact that his grave known as the “Imam Shaykh Qutayba Tomb” was turned later into a shrine and visited by the people even today despite the passage of long centuries after his death shows that he has been loved by the people of the region and that they have always considered him as a conqueror-bureaucrat who spent his life for the ideals of his religion.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | June 15, 2018 |
Submission Date | April 23, 2018 |
Published in Issue | Year 2018 Volume: 22 Issue: 1 |
Cumhuriyet Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).