Şâfiî mezhebinin hicrî IV. asırdaki temsilcilerinden İbnü’l-Kās (ö.
335/946), Fevâʾidü hadîs̱i Ebî ʿUmeyr adlı cüzüyle sıra dışı
sayılabilecek bir çalışma ortaya koymuş ve Hz. Peygamber’in Ebû ʿUmeyr
künyesiyle bilinen küçük bir çocuğa, onun ailesine ve kuşuna yönelik ilgisini
ve kuşu öldükten sonraki bir ziyaretinde ona şaka yoluyla ve secili bir üslupla
“Yâ Ebâ ʿUmeyr mâ fa‘ale en-nuġayr” (Ey Ebû ʿUmeyr, ne oldu nuğayr?) şeklinde
latife etmesini anlatan bir hadisten altmış vecih (hüküm, yorum, fâide)
çıkarmıştır. Makale anılan eserin yazılış amacı, muhtevası ve yapısal
özelliklerinin yanı sıra yazarın hüküm çıkarmadaki yaklaşım tarzını tahlil
etmektedir. Ashâbü’l-vücûhtan sayılan bir fakih olarak yazarın sahip
olduğu fıkhî/mezhebî kavrayış ve buna bağlı olarak nasları yorumlamada
geliştirdiği lafızcı ve zahirî perspektif, onun ilgili hadisten hüküm çıkarma
ameliyesine doğrudan etki etmiş ve yaklaşım tarzını belirlemiş görünmektedir.
Bu küçük cüz, bir yandan yazıldığı dönemdeki hadis-fıkıh ilişkisinin bazı
yönlerine ışık tutarken, aynı zamanda hadislerden hüküm çıkarmada yöntemsel
eğilimlerin ve bireysel etmenlerin ne ölçüde etkili olabileceğine ve bu konuda
sınırların ne kadar zorlanabileceğine de örnek teşkil etmektedir.
Özet: Şâfiî mezhebinin
hicrî IV. asırdaki temsilcilerinden İbnü’l-Kās (ö. 335/946), Fevâʾidü
hadîs̱i Ebî ʿUmeyr adlı cüzüyle sıra dışı sayılabilecek bir çalışma ortaya
koymuş ve Hz. Peygamber’in Ebû ʿUmeyr künyesiyle bilinen küçük bir çocuğa, onun
ailesine ve kuşuna yönelik ilgisini ve kuşu öldükten sonraki bir ziyaretinde
ona şaka yoluyla ve secili bir üslupla “Yâ Ebâ ʿUmeyr mâ faʿale en-nuġayr” (Ey
Ebû ʿUmeyr, ne oldu nuğayr?) şeklinde latife etmesini anlatan bir hadisten
altmış vecih (hüküm, yorum, fâide) çıkarmıştır. Eserin odağında yer alan
Ebû ʿUmeyr rivayeti, özü itibariyle, Hz. Peygamber ile Enes b. Mâlik’in
ailesi ve üvey kardeşi arasındaki yakın beşerî münasebetin tekil ve özel bir
yönünü yansıtmaktadır. Buna rağmen sadece İbnü’l-Kās’ın değil, erken
dönemlerden itibaren pek çok hadisçinin fıkhu’l-hadîs konusundaki
maharetlerini sergileyebilecekleri bir örnek olarak bu hadisi seçmeleri
şaşırtıcıdır.
Fevâʾid fıkhî hüküm ve meseleleri
merkeze alan bir bakış açısının hâkim olduğu ve nispeten klasik fıkhî şerhlerle
benzeşen bir yaklaşımın sergilendiği bir eser görünümündedir. Eserde Ebû ʿUmeyr
rivayetinin farklı tarikleri bir araya getirilmiş, bunlar mümkün olduğunca
metin çerçevesinde ve metinsel imkânlarla değerlendirilmiş, rivayet metnindeki
bazı kelimeler hükme kaynaklık etmeleri bakımından tahlil edilmiş, üslup ve
muhteva açısından benzerlik gösteren ayet, hadis, haber ve görüşlere atıfta
bulunulmuş, deliller arasında görülen ihtilaf ve işkâller çeşitli yollarla
giderilmeye çalışılmış, zaman zaman da müellifin kişisel kanaatleri
aktarılmıştır.
Fevâʾid bir yandan müellifinin sahip
olduğu zengin fıkıh birikimini yansıtırken, aynı zaman onun hadis bilgisi ve
hadise yaklaşımı hakkında da fikir vermektedir. Müellifin yaptıkları ve yapmak
istedikleri düşünüldüğünde, onun sadece fıkıhla değil, hadisle ve hadis
çevreleriyle de belli düzeyde bir ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır.
İbnü’l-Kās’ın fıkıh ve hadise yönelik ilgisi, yaşadığı dönemde rivayetlerin
nakline odaklanan ehl-i hadis Şâfiîleri ile fıkhî perspektifi önemseyen fukahâ
Şâfiîler arasındaki gerilimi ortadan kaldırmak için onu harekete geçirmiş
olmalıdır. Onun ayrıca ehl-i hadis ile ehl-i re’y arasında bir uzlaşı tesis
etmeye ve tarafları orta yolda buluşturmaya çalıştığı da söylenebilir. Eser bu
türden mülahazaların bir sonucu olarak kaleme alınmış görünmektedir.
Ashâbü’l-vücûhtan sayılan ve mezhep imamının
usûlüne bağlı kalarak içtihad eden İbnü’l-Kās, hüküm çıkarma faaliyetinde Şâfiî
mezhebinin metodolojisine uygun bir tavır geliştirmiş görünmektedir. Bu
bağlamda musannifin sahip olduğu fıkhî/mezhebî kavrayış ve buna bağlı olarak
nasları yorumlamada geliştirdiği lafızcı ve zahirî perspektif, onun ilgili
hadisten hüküm çıkarma ameliyesine doğrudan etki etmiş ve yaklaşım tarzını
belirlemiştir. Bu tavır, çağdaş pek çok çalışmada değinildiği üzere, mana ile
rivayet edilen ve ravi tasarruflarıyla şekillenen hadis metinlerinin
değerlendirilmesi için yeterli ve uygun değildir. İbnü’l-Kās’ın, eserine konu
edindiği rivayetin anlamını ortaya koymak için metni çevreleyen fiziksel,
tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlamı yeterince dikkate aldığını ve anlamı
tamamlamaya yarayan metin dışı unsurları gerektiği kadar göz önünde
bulundurduğunu söylemek de zordur. Bu durum, eserde kaydedilen bazı vecihlerin
rivayetten hareketle çıkarılmış hükümler olmadığı, müellifin zaten sahip olduğu
bilgi ve fikirlere hadis metninden dayanaklar bulduğu şeklinde bir izlenim
doğurmakta ve eserde metin üzerinden geliştirilen ilmî tasarrufların
doğruluğunu ve niteliğini tartışmalı hale getirmektedir.
Eserde vecih yahut fâide olarak takdim edilen ve ağırlıklı
olarak fıkhî-amelî bir nitelik taşıyan sonuçlar, büyük ölçüde Şâfiî mezhebine
uygun olsa da, aralarında ihtilaflı olanlar da bulunmaktadır ve müellif, kendi
eğilimini belli etmeden bunlara işaret etmiştir. Eserde vecihlerin
sıralamasında belirgin bir sistematik görünmemektedir. Benzer içerikli vecihlerin
bazen peş peşe, bazen de dağınık halde bulunduğu, ayrıca bazı vecihlerin
mükerrer olduğu söylenebilir. Bazı vecihlerin bilgi değeri, doğruluğu,
açıklığı ve niteliği de tartışmaya açık gözükmektedir. Bu hususta genel bir
değerlendirme yapan Zeynüddîn el-Irâkī (ö. 806/1404), “Eserdeki vecihlerin
bir kısmı açık, bir kısmı kapalı, bir kısmı da zorlamadır.” ifadesini
kullanmıştır. Eserin muhakkiki itiraza konu olabilecek vecihlere yer yer
dipnotlarda dikkat çekmiştir.
Eserlerinde Ebû ʿUmeyr hadisine yer veren erken dönem hadis musannifleri,
rivayete tahsis ettikleri bâb başlıklarında rivayetten altı-yedi kadar hüküm
çıkarmışlardır. Bu rakam İbnü’l-Kās’ın cüzüyle mukayese edildiğinde hayli
mütevazı görünmektedir. Rivayet fıkıh literatüründe de kendine yer bulmuş,
çoğunlukla da Medine’nin harem bölgesi olup olması ve buna bağlı olarak bu
bölgede avlanma yasağının bulunup bulunmaması bağlamında gündeme getirilmiştir.
Sonuç olarak İbnü’l-Kās’ın Fevâʾidü ḥadîs̱i Ebî ʿUmeyri, yazılış
amacı ve ilginç muhtevasıyla, hadis literatürünün kısa fakat yakından
incelenmeye değer bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Fevâʾid, bir
eserin yazılış amacının o eserin yapısı üzerinde ne kadar belirleyici
olabileceğini, özel olarak da hadislerden hüküm çıkarmada sınırların ne kadar
zorlanabileceğini somutlaştıran bir çalışma olarak da değerlendirilebilir.
Müellifin, nassları literal ve zahirî anlamı dışına taşırmamaya ve
metinden mümkün olabilecek en fazla sayıda hüküm çıkarmaya odaklanan anlam
evreni, onun kişisel niyeti ve amacıyla ilgili olduğu kadar döneminin fıkıh
perspektifiyle de ilgili olmalıdır. Eser özelinde müşahede edilen metinsel
yaklaşım ve hüküm çıkarma yöntemi, zaman zaman metin ile hüküm arasındaki
araç-amaç ilişkisini belirsizleştirmekte, bazen de önemsizleştirmektedir. Eser,
belli amaçlar uğruna metinleri çevreleyen bağlamı ve tarihsel gerçekliği göz
ardı etmenin sonuçlarına dair çarpıcı bir örnek oluşturmaktadır.
Ibn al-Qāṣṣ (d.
335/946), one of the representatives of the Shāfiʿī school of law in the 4th/10th
century, compiled a short treatise of extraordinary nature: Fawāʾid Ḥadīth
Abī ʿUmeyr. In this work, he deduces sixty different wajhs
(verdicts, comments) from a ḥadīth reporting the Prophet’s interest and
affection to a child known as Abū ʿUmayr and his family during a visit he paid
after Abū ʿUmayr’s birdie died by jokingly telling him in rhyme, “yā Abā
ʿUmayr, mā faʿala al-nughayr” (O Abū ʿUmayr, what happened to the nughayr?)
This study deals with the primary goal of the composition of the Fawāʾid,
its content, and structural qualities as well as the author’s approach in
deducing verdicts. As one of the aṣḥāb al-wujūh, the author’s
legal/madhhab notion and the literalist and external perspective he developed
regarding the interpretation of texts, seems to have directly affected his
deductive reasoning and determined his approach. This concise work not only
sheds light over certain aspects of the relationship between ḥadīth and
fiqh at the time of Ibn al-Qāṣṣ, but also exemplifies to what extent
methodological tendencies and personal factors might affect the process of
deriving verdicts from ḥadīth and could push the limits in that regard.
Summary: Ibn al-Qāṣṣ (d.
335/946), one of the representatives of the Shāfiʿī school of law in the 4th/10th
century, compiled a short treatise of extraordinary nature: Fawāʾid Ḥadīth
Abī ʿUmeyr. In this work, he deduces sixty different wajhs
(verdicts, comments) from a ḥadīth reporting the Prophet’s interest and
affection to a child known as Abū ʿUmayr and his family during a visit he paid
after Abū ʿUmayr’s birdie died by jokingly telling him in rhyme, “yā Abā
ʿUmayr, mā faʿala al-nughayr” (O Abū ʿUmayr, what happened to the nughayr?)
The report of Abū
ʿUmayr, which is in the focus of the work, is, in essence, reflects a singular
and special aspect of the close relationship between the Prophet and Anas b.
Malik’s family. Nevertheless, it is surprising that many ḥadīth scholars from
the early times, not only Ibn al-Qāṣṣ, have chosen this ḥadīth as an
example in which they can demonstrate their skill in the field of fiqh al-
ḥadīth.
Fawāʾid seems
to be a work in which the juridical point of view centered and resembles the
classical fiqh commentaries in a sense. In the work, different variants of the
Abū ʿUmayr report were brought together and evaluated within the framework of
the text and textual possibilities as possible. The author also analyzed some
words in the narrative text for being a base for a verdict, referred to
Qurʾānic verses, prophetic ḥadīths, reports, and legal opinions, tried to
solve the disputes and the conflicts among legal evidences in various ways, and
stated occasionally his personal opinions.
Fawāʾid reflects
the author’s rich accumulation of legal knowledge, while at the same time gives
an idea about his knowledge of ḥadīth and his approach to the ḥadīth.
Considering what the author did and wanted to do, it is understood that he
deals with ḥadīth as well as fiqh, and he has a certain level of
relationship not only with fuqahāʾ (muslim jurisprudents), but also with
ḥadīth scholars. Ibn al-Qāṣṣ’s interest in fiqh and ḥadīth must
have lead him to take initiative to eliminate the tension between the ahl al-ḥadīth
of Shāfiʿī school of law who focused on transmitting ḥadīths and the fuqahāʾ of
Shāfiʿī school of law who care about the fiqh perspective, in that period of
time. It can also be said that he tried to establish a reconciliation between
the ahl al-ḥadīth (the
traditionists) and the ahl al-raʾy (the rationalists) and bring the parties together in the
middle way. The work seems to have been written as a result of such
considerations.
As Ibn al-Qāṣṣ was
considered as one of the aṣḥāb al-wujūh, that is, as a jurist who was
bound of a madhhab Imām for legal reasoning, he seems to have followed the
methodology of Shāfiʿī school of law for deriving legal solutions from the
sources. Legal notion of the author and his literalist and textualist
perspective with regards to the interpretation of texts, seems to have directly
affected his way of reasoning from the ḥadīth and determined his
approach. This approach, as mentioned in many contemporary studies, is not
sufficient and appropriate for the evaluation of ḥadīth texts, which were
transmitted by meaning, not word-by-word, and shaped by the transmitter’s
dispositions.
It is also difficult
to say that Ibn al-Qāṣṣ sufficiently considered the physical, historical,
social, and cultural context surrounding the text as well as other
extra-textual elements, which complete the meaning. This situation implies that
some of the wajhs recorded in the work are the author’s attempt to find
a base and evidence for his ideas, which he already had, rather than deductions
drawn from the ḥadīth. It makes the scientific quality and accuracy of his
efforts controversial.
The verdicts presented
in the work, as wajh and fāʾida are predominantly jurisprudential
and compatible with the opinions of the Shāfiʿī School of law, however, there
are also controversial ones, and the author pointed to them without revealing
his own tendency. It does not seem that these wajhs in the work are
systematically ranked. In this vein, similar wajhs are sometimes in
succession, sometimes scattered, and some wajhs are repetitive. The
degree of accuracy, clarity and quality of some wajhs also seem
arguable. Zayn al-Dīn al-ʿIrāqī (d. 806/1404), who made a general
evaluation of these wajhs, said that: “Some of the (meanings of the) wajhs
in the work are apparent, some of them are hidden and some are strained .”
The work’s editor drew attention in the footnotes to the wajhs, which
might be subject to objection.
The early ḥadīth
scholars, who reported this ḥadīth in their compilations, deduced six or seven
judgments from the ḥadīth under the headings (bāb) specified for this
ḥadīth. This appears quite modest in comparison to the treatise of Ibn al-Qāṣṣ.
The given ḥadīth has also taken its place in the fiqh literature, and it has
been questioned in the context of the issue of Madīna’s being of ḥarām
region (holy land) and hunting ban in this region.
In conclusion, Ibn
al-Qāṣṣ’s treatise of Fawāʾid Ḥadīth Abī ʿUmayr, is a short but worthy
example of the ḥadīth literature in terms of its purpose and interesting
content. This work can be considered as a study that exemplifies how the
purpose of writing can be determinative on the structure of a work, and in
particular to what extent methodological tendencies and personal factors might
affect the process of deriving verdicts from ḥadīth and could push the limits
in that regard. The author’s universe of meaning, which focused on the apparent
meaning and to draw as many judgments as possible from the text, should be
related to his personal intention and purpose as well as to the fiqh perspective
of his time. Due to the textual approach and the method for drawing inferences,
which are observed in the work, the tool-purpose relationship between the text
and the judgment sometimes remains obscure and sometimes becomes unimportant.
In some respects, this work is a striking example of the consequences of
ignoring the context and historical reality surrounding texts for specific
purposes.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 15, 2019 |
Submission Date | September 16, 2019 |
Published in Issue | Year 2019 Volume: 23 Issue: 2 |
Cumhuriyet Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).