Abstract
İslam’ın ikinci kaynağı olan sünnetin taşıyıcısı olan rivayetler, raviler tarafından farklı düzeylerde aktarılmıştır. Rivayetlerin aktarılma düzeyi arasındaki farklılığın sebepleri başta Muʿtezilî âlimler olmak üzere kelam ve usûlcüler tarafından araştırma ve tartışma konusu olmuştur. Bu konulardan biri de rivayetin/haberin aktarılmasına etki eden faktörler ile aktarılmasına engel olan husuların ne olduğudur. Bu konuya farklı bir boyut kazandıran âlimlerin başında Kādî Abdülcebbâr (öl. 415/1025) gelmektedir. O, mensubu bulunduğu akılcı/rasyonalist mezhebin yaklaşımı doğrultusunda hareket ederek haberin rivayeti konusunda felsefi bir bakış açısı geliştirmiştir. Buna göre bir rivayetin aktarılma sıklığı; haberin dini bir niteliğe sahip olup olmaması, muhatap üzerindeki etkisi, sıradanlaşması, kendisine duyulan ihtiyaç gibi konular çerçevesinde ele alınmalıdır. Dolayısıyla bu çalışmada, Kādî Abdülcebbâr’ın görüşleri doğrultusunda haberin nakli etkileyen unsurlar üzerinde durulmuştur. Diğer bir ifadeyle bir haberin / rivayetin, toplumun bireyleri tarafından dillendirilmesini ve tekrar edilmesini sağlayan etkenler ile bir sözün naklledilmesine engel olan sebeplerin ne olduğu veya ne olabileceği hususları üzerinde durulmuştur. Kādî Abdülcebbâr rivayetlerin/haberlerin naklini veya tekrarını etkileyen unsurları; insanın toplumsal, psikolojik ve inanç yönüyle ilintili olarak ele almış ve örneklendirmeye çalışmıştır. Bu etkenler iki yönlü bir etkiye sahiptir. Kimisi haberin nakledilmesini gerektirirken kimisi de haberin yayılmasını ve nakledilmesini engellemekte veya zayıflatmaktadır. Bu etkenler kaynak itibariyle insanın psikolojk yönüyle alakalı olsa da eylem sürecinden farklılaşmaktadır. Bunlardan birincisi haberin naklini gerektiren etkenler olup Kādî tarafındanالداعي şeklinde isimlendirmiştir. İkincisi de haberin naklini engelleyen etkenler olup الصوارف diye isimlendirilmiştir. Kādî Abdülcebbâr’dan önce bu kavramları sözlük anlamıyla kullananlar olduğu gibi bunları haberin nakliyle bağlantılı bir şekilde kullananlar da olmuştur. Örneğin Ebu’l-Hasan el-Eş’arî (öl. 324/935) ve el-Kelâbâzî (öl. 380/990) bu kavramları sözlük anlamıyla kullanırken Cessâs (öl. 370/981) ise bunları haberin nakliyle irtibatlandırmıştır. Kādî’nın çağdaşı Bâkıllânî (öl. 403/1013) de bu kavramları Kādî’yla yakın bir anlamda kullanmıştır. Kādî Abdülcebbâr ile birlikte bu kavramalar daha sık kullanılmış ve terimsel bir anlam kazanmıştır. Ondan sonra yazılan kelam ve usûl eserlerinde bu kavramlar daha sistematik bir şekilde kullanılmıştır. Kādî’nın öğrencilerinden el-Basrî (öl. 436/1045), Şerîf el-Murtazâ (öl. 436/1045) ayrıca Hârûnî (öl. 424/1032), İbn Hazm (öl. 456/1064), Ebû Yâ’lâ (öl. 458/1066), Şîrâzî (öl. 476/1084) ve Cüveynî (öl. 478/1086) de bu kavramları haberlerin nakliyle bağlantılı bir şekilde kullanmıştır. Bir eylemin yapılmasına veya yapılmamasına yönelik dâʿîler, birden fazla olabildiği gibi kuvvet açısından da birbirinden farklı olabilmektedir. Kişinin haberin nakline yönelik eylemi, dâʿîlerin gücü/kuvvetiyle doğru orantılıdır. Bir eyleme yönelik güçlü dâʿîler, kişiyi onu gerçekleştirmeye daha çok motive ederken, etki açısından daha zayıf olan dâʿîler ise daha az oranda kişiyi eylemi gerçekleştirmeye yönlendirmektedir. Dolayısıyla aynı dâʿîlere sahip iki haberin aynı oranda nakledilmesi gerekir. Çünkü bunların naklini sağlayan asıl unsur yani dâʿî aynı kuvvete sahiptir. Bu doğrultuda aynı durumu paylaşan ve aynı zaman diliminde bulunan iki haberden birinin nakledilip diğerinin nakledilmemesi doğru değildir. Yani bir şeyin nakli, âdet/العادة yasası çerçevesinde devâî/الدواعي ve ihtiyacın kuvveti doğrultusundadır. Haberlerin nakil durumu, onu nakletmeye yönelik eğilimlere veya nakletmekten alıkoyan hususlara bağlıdır. Bu etkenlerin içerisinde haberin naklini sağlayan ve bu konuda insanları güdüleyen hususlar dâʿî, insanları bunu aktarmaktan alıkoyan husus ve unsurlar da sârif kavramıyla ifade edilmiştir. Bunlar da haberi nakleden kişinin psikolojik durumu, haberin sıradanlaşması, habere duyulan ihtiyaç, haberin söyleniş zamanına olan uzaklığı, haberin dini bir niteliğe sahip olması ve aktaranları ilgilendiren bir korku durumunun bulunup bulunmadığıyla yakından alakalıdır. Buna göre habere dair dâʿî veya devâî varsa nakledilir, yoksa veya bu hususta sârif veya savârif varsa nakledilmez veyahut daha az nakledilir. Haberlerin sahip olduğu dâʿîler ve sârifler de aynı kuvvete sahip değillerdir. Bu doğrultuda haberlerin zarûrî bilgi ifade etmesi de haberde bulunan dâʿîlere bağlıdır. Haberin söylendiği ortam, ortamda bulunan yani olaya tanıklık edenlerin sayısı, haberin muhatabın dikkatleri üzerindeki etkisi, sonraki zamanlarda söylenen habere müracaat etme ihtiyacı, haberin işlevselliği, konusu, yayılmasını engelleyebilecek faktörler, söylendiği zamana olan uzaklığı gibi hususlar dikkate alınmalıdır.