Sunnah is the second main source for Islamic law following the Qur’ān. Sunnah in the books on the Methodology of Islamic Law (Usūl al-fiqh) is examined in two main parts, one of which is as the source for religious commands and the other is being as religious/taklīfī commands. Sunnah is divided into three categories in terms of being the source for Islamic commands: qawlī (verbal), fi‘ilī (behavioral) and taqrīrī (approval). In the Islamic literature, when the word “sunnah” is mentioned, first of all, it is understood as a verbal appeal, which is qawlī sunnah (hadith). Verbal sunnah has a rhetoric/wording that includes demand (amr/order-nahy/prohibition) or freedom (mubāḥ). And ultimately to the wording of this verbal address, some religious commands, such as farḍ/wājib, sunnah/mandūb, and permissible/mubāḥ are attributed. The behavioral sunnah (the acts of the Prophet Muḥammad), on the other hand, does not have a rhetoric that includes demand (amr/order-nahy/prohibition) or freedom (mubāḥ). The command/judgment is based on rhetoric. In other words, if there is an address, there is a command; if there is no address, there is no command/judgment. Therefore, it is problematic that the acts of the Prophet are decreed in the form of farḍ/ wājib, sun-nah/mandūb and mubāḥ. For this reason, the acts of the Prophet in the books on the Method-ology of Islamic Law (Usūl al-fiqh) have been particularly examined under the title of Afʿāl al-Rasūl. While some of the acts of the Prophet Muḥammad have a religious character, some of them are the acts that he performed completely in accordance with the customs and traditions in the society he lived in. Therefore, not all of the Prophet’s deeds/acts (behavioral sunnah) are at the same level in terms of obligation. Therefore, while some of the acts/deeds of the Prophet express wucūb, some other mandūb (sunnah-mustaḥab) and still some other ibāhā/mubāḥ. On the other hand, the acts of the Prophet Muḥammad, in terms of being the source of religious commands, are divided into two categories: the tashrīī (religiously) qualified and non tashrīī (religiously) qualified. What is meant by a religious act is the actions of the Prophet, which he performed as being a prophet, for the purpose of worshiping and that he wanted his followers act accordingly. What is meant by a non-religious act is the behavior of the Prophet as a human being or as a requirement of the society he lived in. Sunnah, in terms of being a religious com-mand, refers to commands other than fard and wājib. Ḥanafī scholars are of the opinion that sunnah as a religious decree is divided into two parts as sunnah-i hudā and sunnah-i zawāid. The acts of the Prophet, in accordance with his being a human or the custom of the society he lived in, are included in the scope of sunnah zawāid. In other words, sunnah zawāid generally means the actions of the Prophet that he did not do with the intention of worship. In this con-text, the acts of the Prophet Muḥammad are important. Because, the acts of the Prophet are not the same in terms of qualification (command), nor are they the same in terms of their nature (being religious or humanly natural). The acts of the Prophet Muḥammad with a religious nature are divided into two as known qualities and unknown qualifications. In principle, the religious acts of the Prophet, whose qualities are known, are also obligation for the ummah (Muslims). Therefore, when it is known for what purpose the Prophet Muḥammad made a deed/behavior, that act is accordingly is binding for the ummah (Muslims). Accordingly, if the attribute of a deed/behavior made by the Prophet is wājib/farḍ, it is also wājib for the ummah and permissible (ibāḥā) for the ummah if it is permissible. On the other hand, the acts of the Prophet in the Qur’ān as a mujmal (ambiguous nass /verse) are also subject to the command of mujmal. There is a dispute regarding the verdict of the Prophet’s acts of religious nature whose qualifications are unknown. According to the majority of Hanafī scholars, what is essential in the actions of the Prophet whose qualifications are unknown and that contain the characteris-tics of worship, is that it is mustahab/mandūb. According to Kerkhī (d. 340/952), what is es-sential in such deeds/behaviors is that it is permissible. Jassās (d.370 / 980) expresses the same opinion with Kerkhī. Opinions on this issue are conveyed from Imām Mālik and Imām Shafiī that he declared permissibility. The preferred opinion in Hanbalis is to declare permissibility. Non-religious acts of the Prophet Muḥammad as a human being or as per the custom of the society he lives in are not obligation for the ummah. Therefore, what is essential in such deeds/behaviors is that it is permissible.
Sünnet, Kur’an’dan sonra İslâm hukukunun ikinci temel kaynağıdır. İslâm Hukuku Metodolojisi (Usûlü’l-fıkh) kitaplarında Sünnet; biri şer’î/dinî hükümlerin kaynağı olması, diğeri teklifi-şer’î/dinî hüküm olması açısından iki kısımda incelenmektedir. Şer’î hükümlerin kaynağı ol-ması açısından Sünnet yapısı itibarıyla; kavlî, fiilî ve takrîrî olmak üzere üçe ayrılmaktadır. İslâmî literatürde “sünnet” denilince öncelikle sözlü bir hitap olan kavlî sünnet (hadis) anlaşıl-maktadır. Sözlü sünnet, talep (emir-nehiy) ve muhayyerlik/serbestlik içeren bir hitaba (sîğa-ya/lafza) sahiptir. Ve neticede bu sözlü hitabın sîğasına; farz/vacip, sünnet/mendup, mubah şeklinde bazı şer’î hükümler terettüp etmektedir. Fiilî sünnet (Hz. Peygamber’in fiilleri) ise talep (emir-nehiy) veya muhayyerlik içeren bir hitaba sahip değildir. Hüküm ise hitaba da-yanmaktadır. Bir diğer ifade ile hitap varsa hüküm vardır; hitap yoksa hüküm de yoktur. Bu yüzden, Hz. Peygamber’in fiillerinin farz/vacip, sünnet/mendup ve mubah şeklinde hükme delaleti problem arz etmektedir. Bundan dolayıdır ki fıkıh usûlü kitaplarında Hz. Peygamber’in fiilleri, Ef’âlü’r-Rasûl başlığı altında özel olarak ayrıca incelenmiştir. Hz. Peygamber’in fiilleri-nin bir kısmı teşrîî nitelik taşırken bir kısmı tamamen onun bir insan olmasının ve içinde yaşa-dığı toplumun örf ve âdeti gereği olarak yapmış olduğu fiillerdir. Bu yüzden bağlayıcılık açısın-dan Hz. Peygamber’in fiillerinin (fiilî sünnet) tümü aynı derecede değildir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in fiillerinden bazıları vücûb ifade ederken bazıları, mendup (sünnet-müstehap) bazıları da mubahlık bildirmektedir. Şer’î hükümlerin kaynağı olması açısından Hz. Peygam-ber’in fiilleri; teşrîî (dinî/kurbet/badet) nitelikli olan ve teşrîî nitelikli olmayan şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Teşrîî nitelikli fiilden kasıt, Hz. Peygamber’in, bir peygamber olma sıfatı ile kurbiyet amacıyla yaptığı ve insanlardan uyulmasını istediği davranışlarıdır. Teşrîî nitelikli olmayan fiilden kasıt ise Hz. Peygamber’in, bir insan olarak yaptığı (fıtrî/beşerî/cibillî) veya içinde yaşadığı toplumun örfü gereği yaptığı davranışlarıdır. Teklîfî/dinî bir hüküm olması açısından ise sünnet; farz ve vacibin dışında kalan hükümleri ifade etmektedir. (Hanefî) usul-cüler, teklîfî bir hüküm olarak sünneti; sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid şeklinde iki kısma ayırmışlardır. Hz. Peygamber’in, fıtratın veya içinde yaşadığı toplumun örfü gereği yaptığı fiilleri, sünnet-i zevâid kapsamına girmektedir. Bir diğer ifade ile sünnet-i zevâid, genel olarak Hz. Peygamber’in, ibadet kastı ile yapmadığı fiilleri anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber’in teşrîî nitelikli yaptığı fiilleri vasfı bilinen ve vasfı bilinmeyen şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Prensip olarak Hz. Peygamber’in vasfı bilinen teşrîî nitelikli fiilleri ümmet (Müslümanlar) için de bağlayıcıdır. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in bir fiili hangi vasıfla/amaçla yaptığı bilindiğinde o fiil aynı vasıfla ümmet (Müslümanlar) için de geçerlidir. Buna göre Hz. Peygamber’in yaptığı bir fiilin vasfı vacip/farz ise bu fiil ümmet için de vacip, mubah ise ümmet için de mubah ol-maktadır. Diğer taraftan Hz. Peygamber’in Kur’an’daki bir mücmeli (anlamı kapalı nass/âyet) beyan sadedindeki fiilleri de mücmelin hükmüne tabidir. Hz. Peygamber’in teşrîî/dinî nitelikli olup da vasfı bilinmeyen fiillerinin hükme delaleti hususunda ihtilaf vardır. Hanefî usûlcüle-rin/âlimlerin çoğunluğuna göre Hz. Peygamber’in vasfı bilinmeyip kurbet özelliği içeren fiille-rinde asıl olan müstehab/mendup olmasıdır. Kerhî’ye (öl. 340/952) göre ise bu tür fiillerde asıl olan mubah olmasıdır. Cessâs (öl. 370/980) da Kerhî ile aynı görüşü dile getirmektedir. Bu konuda İmam Mâlik ve İmam Şâfiî’den mubahlık bildirdiği yönünde görüşler nakledilmektedir. Hanblîlerde ise râcih olan görüş mubahlık bildirmesidir. Hz. Peygamber’in teşrîî nitelikli olma-yıp bir insan olarak (beşerî/cibillî) veya içinde yaşadığı toplumun örfü gereği yaptığı fiilleri ise ümmet için bağlayıcı değildir. Bu yüzden bu tür fiillerde asıl olan mubah olmasıdır. Dolayısıyla, sünnet-i zevâid olarak da isimlendirilen bu tür fiillerde isteyen Hz. Peygamber’e ittiba eder, isteyen etmez. Çünkü teşrîî/dinî nitelik taşımayan Hz. Peygamber’in fiilleri, ya fıtrî özellik taşımaktadır ya da o dönemin Arap toplumunun örf ve âdetine (yaşam tarzına) dayanmakta-dır. Fıtrata/yaratılışa dayalı özelliklerin kişiden kişiye değiştiği ise bilinen bir gerçektir. Yine örfe dayalı davranışların ve alışkanlıkların toplumlara göre değişiklik arz ettiği de bilinen bir husustur. Bu yüzden Hz. Peygamber’in teşrîî/dinî nitelik taşımayan bu tür (beşerî/cibillî) fiille-rinin ve örfî davranışlarının ümmet için bağlayıcı olması söz konusu değildir. Bu çalışmada, şer’î bir delil olması ve teklîfî/dinî bir hüküm olması açısından Hz. Peygamber’in fiillerinin mubahlığa delaleti üzerinde durulacaktır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | June 15, 2021 |
Submission Date | January 28, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 Volume: 25 Issue: 1 |
Cumhuriyet Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).