Abstract
Kur’ân’ın hitabı açık, anlaşılır ve evrenseldir. Ancak muhatapların bir kısmı onun dilini bilmemekte, bir kısmı ise dil konusundaki yetersizliklerinden onu yüzeysel, eksik veya yanlış anlayabilmektedir. Usulcüler ilahî hitabı yorumlayarak onun mesajını muhataba aktarmak üzere kitap, sünnet, icmâ ve fıkıh usulünün yanında fıkıh usulünün dilbilimsel temellerini öğrenmenin farz-ı kifâye olduğunu, hitabı yorumlayarak onun mana inceliğini muhataba aktaracak kimseler açısından ise farz-ı ayn olduğunu belirtmişlerdir. Onlar bu kapsamda hitabı doğru anlamanın dilbilimsel çerçevesini, yöntem ve kurallarını analiz etmişlerdir. Öte yandan ilahi hitabı anlama konusunda mevcut yorum ve içtihatlar yeterliyse, fıkıh usulünü ve dil ilimlerini tahsil etmenin farz-ı kifâye olmaktan çıkabileceğini savunan usulcüler de olmuştur. Araştırmamız özü itibarıyla fıkıh usulü açısından ilahi hitabın dilsel mahiyetini, hitap ve muhatap arasında dil farklılığı ve muhatabın dil yetersizliği problemini ele almaktadır. Bu kapsamda öncelikle fıkıh usulü açısından ilahî hitabın tanımı, hitabın nazım açısından dilsel mahiyeti, konuyla ilgili klasik ve güncel bazı iddialar, hitabın Arapça olmasının hikmetine dair ihtilaflar, hitapta Arapçanın dışında kelimelerin varlığı-yokluğu ve hitabın Arapça olmasının sonuçları analiz edilecektir. Bilahare ilahî hitabın evrenselliği ve muhatabın dil farklılığına bağlı olarak, hitabı farklı dillere tercüme etmenin imkân ve sınırlılıkları ele alınacaktır. Son olarak fıkıh usulü açısından ilahî hitabı anlamanın, ondaki mana inceliklerine vakıf olmanın dilbilimsel çerçevesi üzerinde durulacaktır.