In this article, it is argued that social media, which enters daily life with the promises of freedom of expression, unhindered communication and unlimited sharing, but adapts nearly all relationships and experiences to itself in a short time, has evolved into a medium of mass hatred and uncanny. It is also claimed that the users are an inevitable part of the global network in the shadow of this sharp transformation, which appears as the rise of the lynching culture, whose causes are virtual and the consequences are real. Accordingly, contrary to the illusory abstraction in this medium, the digital traces that users leave behind are permanent and indelible. For this reason, people who were once the subject of collective lynching by taking refuge in the anonymity of the masses can be the target of the same masses at any time. In other words, in this cyber-space, when the texts are taken out of their context; when the conjuncture changes or when personal data is hacked in an unpredictable manner, the whole course of events that was once considered perfect and smooth can suddenly reverse. This ambiguous situation is the unaccounted reflection and widespread trend of the mass and social media, which produces its own notion of mass, beyond the pre-defined justifications. In social media, users are the hostage of each post they make and each website they visit. In this research, this problematic is analysed through the episode of Hated in the Nation of the popular science fiction series Black Mirror and in the context of virtual lynching, digital masses and mobile technologies. The framework of this interdisciplinary study, which is based on digital humanities approaches, is structured around the theories of thinkers such as Zygmunt Bauman, Jean Baudrillard and Byung Chul-Han who offer stimulating perspectives on the issue.
Bu makalede, özellikle ifade özgürlüğü, engelsiz iletişim ve sınırsız paylaşım vaatleriyle gündelik yaşama giren, fakat kısa süre içinde neredeyse tüm ilişki ve deneyimleri kendine uyarlayan sosyal medyanın kitlesel nefret ve tekinsizlik mecrasına evrildiği öne sürülmektedir. Ayrıca etkileri sanal, sonuçlarıysa gerçek olan linç kültürünün yükselişi olarak beliren bu keskin dönüşümün gölgesinde kullanıcıların küresel ağın kaçınılmaz parçası oldukları düşünülmektedir. Buna göre, bu mecradaki yanılsamalı soyutluğun aksine, kullanıcıların arkalarında bıraktıkları dijital izler kalıcıdır ve silinmezdir. Bu nedenle bir zamanlar kitlelerin anonimliğine sığınarak kolektif linçin öznesi olan kişiler, her an aynı kitlelerin hedefi olabilmektedir. Yani bu siber-uzamda, metinler bağlamından çıkarıldığında; konjonktür değiştiğinde veya kişisel veriler öngörülemez biçimde gasp edildiğinde kusursuz ve pürüzsüz sanılan tüm gidişat ansızın tersine dönebilmektedir. Bu ikircikli durum, kitlenin ve kendine özgü kitle dokusunu üreten sosyal medyanın önceden tanımlanagelen meşruiyet gerekçelerinin ötesinde, hesaba katılmayan yansıması ve yaygın trendidir. Sosyal medyada kullanıcılar yaptığı her bir paylaşımın ve girdiği her bir sitenin rehinesidir. Bu araştırmada söz konusu sorunsal, popüler bilim kurgu yapımı olan Black Mirror dizisinin Sosyal Linç bölümü üzerinden ve sanal linç, dijital kitleler ve mobil teknolojiler bağlamında analiz edilmektedir. Dijital beşeri bilimler kapsamında yürütülen bu disiplinlerarası çalışmanın çatısı, meseleye güçlü açılımlar sunan Zygmunt Bauman, Jean Baudrillard ve Byung Chul-Han gibi düşünürlerin teorileri etrafında yapılandırılmıştır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Communication and Media Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 31, 2021 |
Submission Date | June 25, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 Issue: 56 |